Bu makalede İslam Hukukunda Zekât, Sadaka ve Ganimete Ait Hükümler Bağlamında "ehli beyt" ile alakalı İslam hukukunda özel hükümlere yer verilmiştir. Öncelikle "âl" ve "ehl" lafızları ardından "ehl-i beyt" kavramlarının sözlük ve terim anlamları ele alınmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v)'in vefatından itibaren başlayan tartışmaların odağında yer alan "ehl-i beyt" olgusu bugün bile pratik anlamda çözümlenmesi güç bir problem olarak karşımızda bulunmaktadır. Uzun yıllar boyunca ütopik bir yapıya dönüştürülmüş "ehl-i beyt" olgusu bugün bile aynı özelliğini sürdürmektedir. Bu itibarla bu çalışmamızda "ehl-i beyt" olgusuna Sünni perspektifteki anlayışa yer verilmiştir. Zekât, öncelikle kulun Allah'ın emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel nişanesidir. Çünkü zekât vermeyi Allah emretmiştir. Mümin kulun vazifesi; öncelikle neden ve sebebini araştırmadan Allah tarafından emrolunduğu şeyi yapmaktır. Müslüman; inandığı Rabbinden aldığı emri, canının yongası olan malını hiç bir maddî karşılık beklemeden vererek, kulluk borcunu en güzel şekilde ifa etmiş olur. Bununla beraber zekât inan kulu, günah, cimrilik ve benzeri kirlerinden temizler. İnsandaki, mal sevgisini terk edip, Allah sevgisinin ön plana geçmesine sebep olur. Zekât fakirler açısından da son derece önemlidir ve onlar için en büyük bir umuttur. Çünkü o sadece fakirin hakkıdır ve mutlaka fakire verilecektir. Zekât her ne kadar bir nevi vergiye benzese de farklıdır. Çünkü insanların koydukları vergilerin toplanma ve sarfedilme yerleri devirlere ve devletlere göre değişebilir. Devlet gelirlerinin sarfında fakirlerden çok zenginlerin gözetildiği de olabilir. Kaynak ve sarf yerini Allah ve Rasûlünün tespit ettiği zekât ise böyle değildir. Bunun kimden alınıp kime verileceği Kur'ân'da belirtilmiştir. Bunu hiç bir kimsenin değiştirmesi mümkün değildir. Yani bu fon sadece fakirler için kullanılır. Zekâtın, toplum açısından önemi de; zekâtı veren ve alan açısından öneminden daha aşağı değildir. Allah insanların tümünü aynı kabiliyet ve güçte yaratmamıştır. İnsanların maddi durumlarında olduğu gibi malî durumlarında da farklılıklar vardır. İnsanlar; ya zengin, ya fakir ya da orta halli olabilirler. Dünyanın çeşitli yörelerinde zenginlerin alabildiğine lüks hayat ve israfa dalmaları, sayelerinde kazanç sağladıkları fakirleri düşünmemeleri, onlara yardım ellerini uzatmamaları, fakirlerin kendilerine kıskançlık ve kin duymalarına sebep olabilir. Bunun neticesi olarak da toplumlarda sosyal patlamalar, huzursuzluklar ve isyanlar görülmüştür. İşte zekât, bütün bu olumsuz hadislerin önünde en güzel bir çaredir. Toplum içerisindeki fertlerin düşecekleri zor durumlarda onları koruyan sosyal bir sistemdir. İnsanlar arasındaki dayanışmanın, kaynaşmanın sağlanmasına yardımcı olur. Keza zekât zenginlerle fakirler arasındaki mesafeyi daraltır. Fakirlerin gönüllerinde zenginlere karşı doğabilecek kıskançlık ve kinleri söndürür. İnsanlar arasında sevgi ve kardeşliği geliştirir. Böylece; hem fakirin aç, susuz ve çıplak kalmasını önler hem de cemiyetin düzen ve huzurunun bozulmasına mani olur. Sadaka da öncelikle kulun Allah'ın emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel nişanelerinden birsidir. Sadaka, yükümlünün durumuna göre farz, vacip veya nâfile hükmünde olur. Sadakanın farz olan kısmı zekâttan ibaret olup; tarım ürünlerinin zekâtı olan öşrü; hayvanların, ticaret mallarının, altın, gümüş ve diğer nakit paraların zekâtı ile define ve madenlerin zekâtını kapsamına alır. Zekât verileceği yerleri belirleyen âyetteki "sadakât" çoğul olarak bütün bu çeşitleri kapsar. "Zekâtlar; ancak, yoksulların, miskinlerin, zekât tahsili işinde çalışanların, kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenenlerin, kölelerin, borçluların, Allah yolunda cihad edenlerin ve yolcuların hakkıdır. Farz olan zekâtla, vacib olan fitre miktarları belirli bulunan sadakalardır. Birincisinde nisab'a mâlik olduktan sonra bir yıl geçmesi, ikincisinde ise, sadece nisaba malik olmak şarttır. Bunların dışında sıkıntı ve zarûret içinde bulunan müslümana ihtiyacını giderecek ölçüde yardım etmeyi bildiren bir sadaka daha vardır ki; bunun miktarı, sıkıntıyı giderecek ölçüye göre ortaya çıkar. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Fakat iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malını sevmesine rağmen hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve köle azadına veren, namaz kılan ve zekât verendir" (el-Bakara, 2/ 177). Burada Cenab-ı Hak, miktarı belli olan zekâtla birlikte yakınlara, yetim ve düşkünlere yapılacak malî bir yardımdan da söz etmiştir ki; bunun şart ve miktarını sıkıntıda olan yoksulun hali belirler. Ganimet ise, İslâm devletinin gelirlerinden birisidir. Bu gelirler, müslümanların menfaati olan sınırları koruma, yol, köprü yapım ve tamiri, asker ailelerinin geçimini sağlama, devlet memurlarının ve ilim ile uğraşanların maaşlarını ödeme gibi yerlerde harcanır. Rikâz adı verilen madenler ile bulunup çıkarılan hazinelerin ve harp neticesinde düşmandan alınan ganimetlerin muayyen bir kısmı fakirler, kimsesiz yetimler ve borcunu ödeyemeyen borçlulara sarf edilir. Vâris bırakmadan ölenlerin malları, velisi bulunmayan maktullerin kan bedelleri, sahibi bulunmayan yitik mallar, sahibi bilinmeyen terk edilmiş çocukların ve velisi olmayan fakir çocukların nafakalarına, tedavi ücretlerine, techiz ve tekfinlerine, hastanelere sarf edilir. Halkına karşı savaş açılan bir ülke, ya sulh yoluyla, ya da savaşmak suretiyle zorla fethedilir. (Şamil İslam Ansiklopedisi) Bu konuyu işlememizde ki ana saik de özellikle son zamanlarda haksız ve mesnetsizce yaratılan "İslamofobi" bahane edilerek Aziz Peygamberimize ve Âl'ine yönelik saldırılara karşı tutumlarımızı yeniden gözden geçirmeyi tetikleme etkisini temin etmektir. İçerde de O'nun bize emanet olarak tevdi ettiği "Âl-u İyaline" karşı pervasızca yapılan ithamlar ve hakaretlere karşı duruşumuzu da harekete geçirmektir. |